Gücün kutsallaşması insanın kaybolmasıdır
Özgür Yazarlar Birliği’nin “Neden ve Sonuçlarıyla İslam Düşünce ve Siyasetindeki Kriz” başlıklı tartışma dizisinin beşincisinde Yaşar Düzenli konuştu.
“Kriz olup olmadığına ötekine bakarak değil, kendi dinamiklerimize, kendi hedeflerimize bakarak karar vermeliyiz.” diye konuşmasına başlayan Yaşar Düzenli, “Bugün Hac’da imamın arkasında namaz kılan bazı Müslümanların oradan ayrıldıklarında namazlarını iade ediyorlarsa burada ciddi bir krizden bahsedilmelidir. Mezhep savaşlarına gelip dayandık.” dedi.
Düşüncenin birey, siyasetin toplum olarak değerlendirilebileceğini söyleyen Düzenli, “Muhammed Aleyhisselam gelmeden önceki birey ve toplumdaki kriz neydi, çözümleme ne kadar olabilirdi?” diye sordu.
Resuller, kaybolmuş insanı ortaya çıkarmak için gelmiştir
“Tüm Resuller, insanın kaybolduğu dönemlerde gelmiştir, kaybolmuş insanı ortaya çıkarmak için gelmiştir. İnsan din için değildir. Peygamber ve vahiy insan içindir.” diyen Düzenli, “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım!” vurgusunun vahyi merkeze alan, insanı öteleyen bir yaklaşım olduğunu savundu ve “Peygamber rahmet olsun diye gelmiştir, insanın dirilişi için gelmiştir.” dedi. Krizin insanın şeyleşmesi, eşyalaşması olduğunu vurgulayan Yaşar Düzenli, “Ben yoksam şeylerin bir anlamı yoktur.” dedi.
Peygamberlerin yaşadıkları toplumların içinden çıkarıldığının altını çizen Yaşar Düzenli, gücün kutsallaşmasının insanın kaybolması demek olduğunu, insanın birikimini yok ettiğini belirtti ve Peygamberimizin Kur’an’da “içinizden biri” olarak vurgulanmasının önemli olduğunu, İslam’ın insanın zaten var olan haklarını hatırlattığını dile getirdi. Hakların İslam’la verildiği iddialarının doğru olmadığını vurgulayan Düzenli, “610 yılı öncesinde insan kaybolmuştu, çünkü zihni donmuştu, bu hatırlatma anlamında İslam/Kur’an zikirdir.” diye konuştu.
Zihnin donuklaşması krizin en büyük nedenidir
Zihnin donukluğunun insanın yaşadığı krizin en önemli gerekçelerinden olduğu ifade eden Yaşar Düzenli, “Bizi ancak zaman helâk eder.” diyenleri örnek verdi. Putperestliği “zihnin donma hâli” olarak tanımlayan Düzenli, “İnanç, düşünce, şahıs sorgulanamıyorsa bu puttur. Sorgulanamayan her şey puttur.” dedi ve bu bağlamda Mâlik bin Nebi’nin “İslam Dünyasında Fikir ve Put” adlı kitabından bahsetti.
Mekke’de söyleyenin -Ebu Cehil, Ebu Leheb, Velid bin Muğire gibi- önemli olduğunu, söyleyenin önem kazandığı bir yerde sözün anlamının kaybolacağını, orada putperestliğin başlayacağını dile getiren Düzenli, “Bu söyleyen güçtür, otoritedir. Gücün hakkının merkezde olduğu bir anlayıştır. Bu vesileyle ‘Müslüman güçlü olmalıdır, güç sahibi olmalıyız!’ gibi vurguların çağrışımlarını hatırlayalım.” dedi ve Mekke’de kız çocuklarının en çok güç ifade etmedikleri gerekçesiyle öldürüldüklerini örnek olarak verdi.
Konuşmasını “Sözün değil, söyleyenin merkeze alındığı bir ortamda Allah içimizden birini gönderiyor ve ‘Kafalarını çatlatırcasına anlat!’ diyor Resulüne ancak sonraki dönemlerde fısıltılarla, gizemli bir şekilde ilerleyen bir din algısı oluşmaya başlıyor.” diye sürdüren Düzenli “Fısıltı dini afyon olarak karşımıza çıkar ve hayali ve kurgusal bir dünyaya mahkûm eder.” dedi.
Allah, gücüne vurgu yapar ama ön planda olan hep ilkeleridir
“610 öncesi Allah kontrolsüz bir güçtü, Rahman değildi.” diyen Yaşar Düzenli, vahiyle birlikte ilkeli bir Allah anlayışının ortaya çıktığını, ölçülerine bağlı kalan bir Allah vurgusunun altının çizildiğini savunarak “Allah gücüne bağlı olarak ilkelerini değiştirmiyor. Adalete göre, ilkelerine göre davranıyor. Gücüne vurgu yapıyor ama ön planda olan hep ilkeleridir.” diye konuştu ve Müslümanın Allah merkezli bir hayata talip olan insan olduğunu hatırlattı. Dileseydi insanların tek bir inanç üzere olacağın ancak ilkelerin ön planda olması nedeniyle bunu yapmadığının altını çizdi.
Din, Allah merkezlidir ama hedefi insandır
“Allah’a davet etmenin nesnel karşılığı nedir?” diye soran Düzenli, “Allah adaleti emreder. Adalet, her şeyi yerli yerine koymadır.” dedikten sonra sözlerini “İnsanın kaybolmasında kutsanmış güçten daha tehlikelisi yoktur. Onun için güç tashihi yapılmıştır. Güç ile adaletin birlikteliğine tarih çok fazla şahit olmamıştır. Fesat, dengelerin bozulmasıdır. Din, Allah merkezlidir ama hedefi insandır. Bizim dilimizle konuşmuştur, ya başka bir yol seçseydi? Bilinen bir türde, hayatın içerisinde, hayata dair bir konuşma yapmıştır.” diye sürdürdü.
Dinin hayata dâir bir konuşma olduğunu ancak metafizik alana dâir bir konuşma gibi sunulduğunu vurgulayan Düzenli, Müslümanlığın Allah’la beraber yaşamanın anlamı olan kulluktan çıkıp ritüellerden ibaret bir anlayışa dönüştürüldüğünü ve konuşmasını krizin tartışılmaya buradan devam edilmesi gerektiğini söyleyerek tamamladı.
Haber: İbrahim Doğan
Not: Konuşmanın tamamı Tasfiye Dergisinde yayımlanacaktır.