Örgütlü kibre karşı bir tevazu ayaklanması!
Ahmet Örs’ün “Ramazan ve Kur’an” sohbetlerinde ifsad ile ilgili ayetleri ele aldığı konuşmasında aşağıdaki vurgular öne çıktı:
İfsadın pek çok boyutu vardır:
1- Tabiatın ifsadı
2- Bireyde başlayıp çocuğa değin inen ifsad
3- Toplumun ifsadı
4- Ekonominin ifsadı
gibi pek çok örnekle çoğaltabileceğimiz ifsad, çürümeye bozulma ve yozlaşma gibi anlamlara işaret ediyor. “İyi bir düzene ulaşmışken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!” buyuruyor Allah-u Teala ve bozguncuların yani ifsad edenlerin karşısına koyuyor ıslah edicileri.
Medain-i Salih’ten bahseden ayetlere dönüp baktığımızda zemmedilen alametler olarak Kuran’da daha başka pek çok yerde de bahsedilen malikâneler, yüksek yapılar çıkıyor karşımıza ve tüm bunlar yozlaşmanın eseri olarak tarif ediliyor. Salih kıssasına baktığımız zaman taşları yontup ev yapan bir kavim görüyoruz orada. Elde ettikleri bu yapılar birer sanat eseri olsalar da yok oluşlarını hazırlıyor onlarla kurdukları ilişki. Sanat eseri çünkü incelikten beslenirken onun insan ile arasındaki ilişki, ortaya konan eser insanı asıl Sani’e yakınlaştıran bir boyutta olduğu müddetçe sağlıklıdır. Ancak Ad- Semûd benzeri kötücül kavimlerin (tıpkı bugün içerisinde bulunduğumuz durum gibi) yapıp ettiklerinde aksi yönde bir Tanrılaşma eğilimi vardır. Kibirlerini yüceltir ve onları üstünlük duygusuna iter. Bugün bu Tanrılaşma eğilimine götüren her şey Kapitalizm tarafından pazarlanırken bir yandan da kolektif kibrimizi örgütlüyor. Kibri bireysel olmaktan çıkarıp topluma mal eden bu güç bugün, çizgi filmler aracılığıyla çocukların safiyetlerini bile pazarlayabilmektedir
“Öyleyse Allah’ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca ahret yurdunda (iyi bir yer) tutmanın yollarını ara, bu arada pek tabii bu dünyadaki nasibini de unutma ve Allah sana nasıl iyilikte bulunduysa sen de başkalarına öyle iyilikte bulun; ve sakın yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmaya çalışma: çünkü şüphesiz Allah bozguncuları sevmez; dedikleri zaman..” (Kasas – 77)
Ayet Karun’un reddedeceği bir uyarıyı zikretmektedir. Ezilenlerin arasından çıkıp, iktidar bloğuna geçen bir kimsedir Karun. Alt tabakadan çıkan bu kimse kavuştukları halde uğradığı yozlaşma ile kendini malik olarak görüp kibrini yüceltmiştir. Tarihin her döneminde vardır bu kimseler. Schindler’s List filminde gettolara sürülürken bile tefecilik yapan Yahudilere rastlıyoruz. Kendilerinin kavuştuğu ayrıcalıkla içlerinden çıktıkları kavme zulmeden figürlerdir bunlar. Tıpkı Türkiye’de dünün mücahitlerinin bugünün müteahhitleri haline gelmiş olmaları gibi. Bu ayetler bizlere tarihsel gelse de irdelendiği zaman öyle olduğu görülmektedir. Kuran’ı-Kerîm de bu yozlaşmanın ilacı olan ahlaki manevi temizlik ve yücelme neredeyse her yerde pratik anlamda serveti dağıtmaya bağlanıyor. Ekonomik olarak ‘ihtiyaçtan fazlasını dağıtma’, çokluktan arınma nefsi hafifletir. Yüklerinden arındıkça, yıldızlara bakınca Rabbini görebilirsin. Kolektif kibre karşı bir alçakgönüllülük-tevazu örgütlenmesi/ayaklanması şart.
İfsad çok boyutludur: Bireyden topluma, çağlardan çağlara…
“ (Allah’ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu) insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda karada ve denizlerde çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde (Allah) belki (doğru yola) geri dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını olnlara tattıracaktır.” (Rûm ¬¬- 41)
(Böylece, günümüzde korkunç bir şekilde –üstelik henüz kısmen- ortaya çıkan doğal çevremizdeki yoğun çürüme ve tahribat, burada “insanın kendi yapıp-ettiklerinin bir sonucu” yani insanın kendi kendini tahrip eden – çünkü katı materyalist temele dayanan- teknolojik gelişmelerin ve insanlığı daha önce hayal bile edemediği ekolojik felaketlerle karşı karşıya getiren çılgınca faaliyetlerin bir sonucu olarak öngörülmüştür. Toprağın, havanın ve suyun sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden dizginlenemeyen bir şekilde kirlenmesi; bitki örtüsü ve denizlerin artan bir şekilde zehirlenip yok olması, yaygın uyuşturucu ve görünürde “faydalı” ilaç kullanımı sebebiyle insanın kendi bedeninde ortaya çıkan her türlü genetik bozukluklar ve insanlara yararlı birçok hayvan türünün giderek yok olması. Bütün bunlara, insanın sosyal hayatındaki hızlı bozulmayı ve çürümeyi, cinsel sapıklıkları, suçları ve şiddeti ve son aşamada nükleer dehşeti ilave edebiliriz. Bunların tümü, son tahlilde, -insanın Allah’a ve mutlak manevi/ahlaki değerlere karşı umursamazlığının ve bunun yerine “maddi ilerleme” yi tek önemli hedef sayan inançlara tutsaklığın bir sonucudur. (Muhammed Esed)
Bu ayet 1400 sene evvel gelmiştir. Nükleer olması gerekmez ifsadın. Bu ayetin indiği dönemde şimdiki türden bir nükleer bozuklukla karşılaşamayız. Ancak Peygamberimiz, Müslümanların yüzünü Mekke’yle beraber Mekke’nin dışına, küresel güç ve meselelere çevirmiştir. En açık örneklerinden biridir Sasaniler. Yozlaşmaları toplumlarına ve en bürokratik meselelerine dek sirayet etmiş bir toplum olarak, ıslah edilmesi gereken kavim olarak durmaktadırlar Müslümanların ve insanların karşısında. İfsad sadece toplumda ve toprakta olmaz. Bu ayete hiç yabancılık çekilmemiştir bu nedenle yüzyıllar boyunca. İnsanın kalbinin kararması, her yere acıyı taşıması ve nefretin kök salması ile çoraklaşma… İnsanın kalbinde başlıyor çoraklaşma.
Modern çağa gelindiğinde ise tabiatı karşısına düşman olarak konuşlandırmış, tabiata bakınca maddeden başka bir şey ile karşılaşamayan bir insan görüyoruz. Tabiata baktıkça, her biri asıl Sani’in eseri olan alametleri görerek ve izleyerek kibrimizi yıkmak yerine çok Batıcı bir perspektifle tabiatı savaşılması gereken, yenilmesi gereken bir şey olarak görüyoruz. O zaman işte çürüme ve yozlaşma çıkıyor ortaya. Bütüncül bir çürümedir baş gösteren. Önce içleri kalpleri ve ruhları çürüyen insanlar; toplumu-tabiatı çürütüyor. Maddeye- insanı saran havaya suya ve ayağının bastığı toprağa sirayet eden çürüme ise bütün bir zamanı kuşatarak yeni nesillere bulaşıyor ve insanın dört zindanından biri oluyor tabiat.
İnsanlar ancak Rableri karşısında eşitlenir
Hizaya dizilmenin ise tek yolu vardır insan açısından. Ya içimizden birini seçeriz başkan diye onun önünde dizilir ve budur deriz; yedirenimiz, içirenimiz ya da Rabbimizi tek yaratıcı olarak görüp, aradaki farklılıkların bizi küfre götürmesine izin vermeden her an hizaya diziliriz. Rabbimizin önünde saflara dizilmiş Müslümanlar gibi, Rabbin ihtişamı karşısında yeklenip eşitlenmeliyiz. Ancak aramızda emir sahiplerinin olması eşitlenmediğimiz anlamına gelmemektedir. Emir bizim şuramızla verdiğimiz yetkiye dayanır. Allah katında bir üstünlük değildir emirlik.
“ (o halde) Ey iman etmiş olanlar, gizli konuşmalarınızda, kötü fiiller, saldırgan davranışlar ve Elçi’ye itaatsizlik niyetiyle fesat kurmayı bırakın; (bunun yerine) fazilet ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci üzerinde görüşmeler yapın: ve (her zaman) huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı sorumluluklarınızın bilincinde olun.” (Mücadele, 9)
Son olarak yozlaşmanın en tepede iktidarda baş gösteren kısmına gönderme yapılıyor bu ayette. En temelinde bir siyaset felsefesi; bir siyaset ahlakı olarak okunması gereken bu ayet içerisinde iyiyi barındırmayan gizli konuşmanın hayır olmadığını ifade ediyor ve seçilmiş emirlerin yükümlülüklerini hatırlatıyor. Kapalı kapılar arkasında kumpaslar kuran, başkaları üzerine şer barındıran planlar içeren ve Allah’a karşı sorumlulukları yadsıyan her görüşme çürüyüştür. En tepeden başlayıp bütün hayırları kemirene dek yayılacak bir yozlaşma. Ve iki özelliğine vurgu yapıyor emirlerin, sorumluluk sahiplerinin ve Müslümanların (ki biri ötekine hâmidir) :
Birincisi şeffaflık, ikincisi hesabı verilebilecek ve hesap bilinci taşıyan söz fiil davranışlar. İşte bunlar ıslah edicilerden olmamız yolunda uymamız gereken öğütlerdir.
[Notlar: Ezra Aydın]