EtkinlikÖYB

Kur’an bütün sahipsizler için adalet mücadelesi vermemizi ister

kuransohbet

Ahmet Örs’ün infak (karşılıksız yardım), emanet ve iffetle ilgili ayetleri ele aldığı Kur’an sohbetlerinin bu bölümünde aşağıdaki vurgular öne çıktı:

Sosyal devlet sınıfsal farklılıkları giderecek çalışmalar yapmalıdır
“Çünkü başkaları için her ne harcarsanız ve neyi [harcamak için] adarsanız, Allah onu mutlaka bilir. Ve [hayırda bulunmayı engelleyerek] zulüm işleyenler, kendilerine yardım edecek kimse bulamazlar.
Yardımları açıktan yapmanız güzeldir; ama muhtaca gizlice vermeniz sizin için daha hayırlı olur ve günahlarınızın bir kısmını bağışlatır. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
[Ey Peygamber,] İnsanları hidayete erdirmek senin işin değil, zira ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve yalnız Allah’ın rızasını kazanmak için harcamanız şartıyla, başkalarına her ne iyilik yaparsanız bu kendi yararınızadır: Çünkü yapacağınız her iyilik size olduğu gibi geri dönecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.
[Ve] Allah yoluna kendilerini tamamen adamış oldukları için yeryüzünde [rızık aramak niyetiyle] gezip dolaşamayan muhtaçlar[a yardım edin]. [Onların durumunun] farkında olmayan, onları zengin zanneder, çünkü [istemekten] çekinirler; [ancak] sen onları [bazı] özelliklerinden tanıyabilirsin: insanlardan arsız bir şekilde is-temekten kaçınırlar. Ve onlara ne iyilik yaparsanız, doğrusu Allah hepsini bilir.
Servetlerini [Allah rızası için] gece ve gündüz, gizlice ve açıkça harcayanlar, mükâfatlarını Rablerinin katında göreceklerdir: onlara ne korku vardır, ne de üzülürler.” (Bakara, 2/270-74)

Kur’an’ın insan onuruna verdiği önemi göz önünde bulundurarak infak etmeliyiz. Yoksullar temasımız aracılarla, aracı kuruluşlarla değil yüz yüze olmalı. Bu durum yoksula sadece maddi yardımla sınırlı tutmak yerine kardeşliği pekiştirir ve veren kişiyi zenginliğinden dolayı utandırır, daha fazla vermesi ve eşitlenmesi konusunda teşvik eder. İşte dayanışma budur.
Mehmet Akif’in “Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle/ Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu/ Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!” mısralarını burada hatırlamak önemli. İstemekten çekindikleri için bizim fark edemediğimiz, belki sadece bu darlıklardan dolayı Allah yolunda mücadeleye katılamayan insanları biz ve bizim örgütlenmiş halimiz olan kamu görevlileri bilecek, takip edecek. Bugün küresel polis devletinin yerel ya da genel temsilcileri bütün enerjilerini hegemonyanın sürmesi için muhalefete dönük istihbarata harcıyor. Kıyıda kenarda hangi kurt hangi koyunu aşırıyor, kim gariban, kim çaresiz, sokaklar hangi dilenci çocuklarla dolu onu takip etmeli.
Bunu sadece yöneticilerin tasarrufu olarak algılamamalıyız.
‘Sadakalarınızı yoksulluktan gün yüzüne çıkamayacak kadar yılgın yoksullara verin’
Sosyal devlet sadece hanelere yardım yapan değildir. Sistemin kökünü hedef alan, toplumdaki sınıflar arasındaki farklılıkları giderip eşitleyici çalışmalar yapmalıdır sosyal devlet olacaksa, aksi taktirde halk daima devletin kalıcı çözüme bir katkısı olmayan yardımlarını bekleyen köleler olacaktır.
“Ancak [borçlu] güç durumda ise, rahatlayıncaya kadar ona bir vade verin; eğer bilirseniz, bir karşılık beklemeden [borcu tamamıyla] silmek, sizin kendi iyiliğinize olacaktır.” (Bakara, 2/280)
Eli genişleyinceye kadar beklemek uzun bir süreci kastediyor ve hemen ardından borç ilişkisinin olmamasının çok daha iyi olduğunu söylüyor. Çünkü alacaklı ve verecek kişi arasındaki ilişki kardeşlik bağlarını yıpratıyor. Bugün bu uygulamanın neredeyse bitme noktasına geldiğini söyleyebiliriz. Dayanışma ve güven duygusu yok olduğu için herkes bankaların tutsağı olmuş durumda. Borçlu olan kişilerin bırakın borcunun vadesini uzatmayı ya da sadaka olarak onu bağışlamayı borç ilişkisi bütün dostluk ilişkilerini tümüyle tahrip ediyor, bitiriyor.
Adalet mücadelesi darlıkta ve yoklukta gerçekleşecek dayanışma ile yükselir
“Onlar ki hem bolluk hem de darlık zamanında [Allah yolunda] harcarlar, öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanları affederler, çünkü Allah iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran, 134)
‘Bollukta ve darlıkta’ darlık zamanı verenlerin tümü mustazaflardan olduğu için asıl dayanışma ortamı doğuyor. Bağlamında ‘insanları affetmekten’ söz ediliyor. Allahtan sürekli af dileyen biz insanlar bunu göz ardı ediyoruz. Kısacık ayette kuvvetli vurgular var. Bollukta vermek herkesin yapabileceği bir davranış iken bir mücadeleyi yükseltmek isteyen ancak kaynakları kısıtlı mustazafların/grupların ellerindeki kıt imkânlarla dayanışma içinde olmaları çok mühimdir. Devrimci mücadele bu tavırdan beslenir, bu duruşla mesafe alabilir. Aksi taktirde zaten hiçbir egemen güç böyle bir çıkışa müsaade etmeyecektir.
Öksüzlük ve yetimlik, sahipsiz bütün bireyler ve toplumsal gruplar için geçerli bir hâldir
“[Size gelince ey müminler,] kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden başkaları için harcamadıkça gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız ve her ne harcarsanız kuşkusuz, Allah ondan tamamıyla haberdardır.” 72/ Al-i İmran, 92
“Sevdiğimiz şeyler” geniş bir tanımlama… Bu sadece maddi olarak algılanmamalı. Bunları huzur, enerji, itibar, vakit… Feda edilebilecek her şey olarak düşünmeliyiz.
Ve kendi istekleri ne kadar çok olursa olsun, muhtaçlara, yetimlere ve esirlere yedirirler [ve kendi-kendilerine konuşurlar:] “Biz sizi yalnız Allah rızası için doyuruyoruz: sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan, 76/8-9)

Bu ayetten sadece maddi yardımı değil aynı zamanda insanları mücadeleye davet etme gerekliliğini de anlamalıyız, aksi halde bakış açımızı daraltılmış oluruz. Yetimliği, öksüzlüğü genel anlamda sahipsizlik olarak değerlendirmek icap eder. Kişinin ana babası olsa bile eğer sahipsiz, çaresiz bir konumda ise o da öksüzdür, yetimdir. Ona sahip çıkacak, ana-babalık yapacak bir toplumsallık-kamu düzeni olması gerekir. Burada ve buna benzer ayetlerde Rabbimizin Müslümanlardan istediği temelde budur. Elbette bu aynı zamanda bireysel boyutları da olan bir sorumluluktur ancak sadece bireysel sorumluluklar meseleyi kuşatmaya yetmez. Özellikle esirlik/kölelik vurgusu bu yorumu destekleyen çarpıcı bir vurgudur.
Kur’an kadın ve erkeği Allah’a ve insanlara karşı sorumlulukta eşitler
İffetle ilgili ayet grupları:
“[Kural olarak,] yozlaşmış kadınlar yozlaşmış erkeklere; yozlaşmış erkekler de yozlaşmış kadınlara yaraşır. Tıpkı lekesiz kadınların lekesiz erkeklere; lekesiz erkeklerin de lekesiz kadınlara yakıştığı gibi. [Allah, bu sonrakilerin,] haklarında çıkarılan kötü söylentilerin hepsinden masum ve uzak olduklarını [bildiğine göre], günahlarından ötürü bağışlanma ve büyük/üstün bir rızık onların hakkıdır!” (Nur, 24/26)
İffetin hem kadın hem de erkek üzerinden karşılıklı bir tavır, sorumluluk olarak algılanması gerekiyor
“İnanan erkeklere söyle, gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler ve iffetlerini korusunlar; temiz ve erdemli kalmaları bakımından en uygun davranış tarzı budur. [Ve] Şüphesiz Allah onların (iyi ya da kötü) işledikleri her şeyden haberdardır. İnanan kadınlara söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler; iffetlerini korusunlar; [örfen] görünmesinde sakınca olmayan yerleri dışında, cazibe ve güzelliklerini açığa vurmasınlar ve bunun için, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar.” (Nur, 24/26)
‘Bakışlara dikkat etme’ de aynı şekilde erkeklere sorumluluk yüklüyor fakat ataerkil zihniyetteki geleneğin yansıması olan rivayetler Kur’an’ın tam tersi ifadeler ihtiva ediyor Ve bunları İslam Peygamberine isnat ederek iftira atmış oluyorlar. Kadın ve erkeği Allah’a ve insanlara karşı sorumlulukta eşitleyen ayetler esasen bu husustaki tartışmalara kesin ve net cevap vermekteler. Erkeğin iffetini korumaya davet edilmesi bu hususta sadece kadını sorumlu tutan batıl anlayışa vurulan esaslı bir darbedir ancak Müslüman toplumlar bu problemli anlayışı sürdürmekte ısrar ediyorlar. Burada görülmesi gereken ayrı bir husus da Kur’an’ın bahsettiğimiz o güven toplumu inşa etme hedefidir.

Bütün yeryüzü zulümle hesaplaşacak tanıklıklara ihtiyaç duyan bir emanettir
Emanet kavramı ile ilgili ayet grupları:
“Ve onlar ki, emanetlerine ve ahitlerine sadakat gösterirler.” (Mü’minun, 23/28)
Burada başka bir emanet kavramıyla karşı karşıyayız. Emanet çok boyutlu bir kavram… Sadece bize bırakılan bazı eşya ya da parayı ifade etmez. Bize emanet edilenler yeryüzündeki her şeydir; insanlar, hayvanlar, bütün tabiat… Şu an yeryüzündeki tüm tabii kaynaklar yağmalanıyor, insanlar sömürülüyor, savaş ve işgaller ülkeleri cehenneme çevirmiş durumda. Bunlara karşı koymak Rabbimizle olan aktimizin gereğidir.

“Tanıklıkları ikame ederler.” (Meâric, 70/33) Bu çok mühim bir vurgu… Yani şahitliği kurumsallaştırmak, görünür olmaktan, teoriden pratiğe geçirmekten bahsediyor. Burada pasif bir tanıklığın tam tersi bir aşama var. İkame etmek, kıyamla bağlantılı düşünelim… Adil şahitler/tanıklar olmak pratik üretmeyi gerektiren bir sorumluluğu ifade eder. Tanıklık ikame dilecekse orada mücadele başlayacak, zulüm ve zalimlerle kapışılacak demektir.

[Notlar: Rana Öztopaloğlu]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.