EtkinlikÖYBSempozyum / Panel

Ranta, inşaat iştahına dayalı kentsel dönüşüm doğru değil

cihan aktaş_3

Özgür Yazarlar Birliği, Biz’i Kaybeden Şehir başlıklı konuşmasıyla Cihan Aktaş’ı konuk etti. Programda konuşan Cihan Aktaş’ın bir süredir yoğun bir ilgi ve dikkatle tartışma gündeminde yer tutan şehir, kent, AVM’ler, göçler, kentsel dönüşüm, TOKİ gibi meseleleri ele aldığı “Şehir Tutulması” isminde 2015 yılında çıkan bir kitabı bulunmakta.

Yazmayı tercih edişinden mimarlık eğitimine, şehir ve metropol kavramlarının içerikleri üzerinden İstanbul’a, farklı hükümetler dönemi şehirleşme politikalarından göçün sebep ve sonuçlarına ilişkin birçok meseleyi ele alan Cihan Aktaş’ın konuşmasından satırbaşları şöyle:

-Şehir yenilenen, bir arayışla devinim halinde canlılığını koruyan kavram olarak ifade edilebilecekken metropol; adeta bir kaos ve kıyamet atmosferi telaşını çağrıştırmaktadır. Şehri ve metropolü ayırırken kullanabileceğimiz ifadeler olarak kaynaşma ve ayrışmayı ele aldığımızda şehir mahalleden başlayan tanıma ve tanışmayı sağlayarak bir kaynaşma sunarken metropol ise türdeşiyle  yaşamayı sunan bir kapanma ve ayrışmayı ifade etmektedir.

Biz’i Kaybeden Şehir derken olumlu ve olumsuz yönleriyle bir değerlendirme yapabiliriz. Çocukluğunda kasabada yaşamış bir insan olarak sonrasında şehirde bulunuşumla şekillenen hayatım üzerine düşünürken merakım şehirde hiç bulunmayıp kasabada devam eden bir hayatın beni nasıl şekillendireceği oldu. Şehirde kaybolma bana daha çok özgürlük verdi ki bunu olumlu olarak tarif ediyorum. Olumsuz tarafına geçecek olursak şehir insanı görünmez kılıp, iletişimin ve işitmenin yok olup rekabet dürtüsüyle bir yaşayış var etmekte. Şehre hayatiyet veren damarlarının tıkanması her geçen gün ilerlemekte.

-Ben mimarlığı resim alanına en yakın mühendislik olarak görmem sebebiyle mimarlık bölümünde eğitim aldım. Ayrıca bu tercihimde Erzincan depremi sonrası büyükannemin yas hali benim daha güçlü, güvenli evler, şehirler inşa etme isteğimde etkisi oldu. Konuşmaktan ziyade yazmayı tercih eden bir insan olarak kitabım üzerine konuşmam da zor. Şunu söylemeliyim ki, mimarlık eğitimiyle edindiğim bilgilerin keşfettiğim şehir çevre bağlantılarının bu kitaba fazlaca katkısı oldu.

-Şehir eleştirisi yaparken ister istemez İstanbul’u örnek alıyoruz. Şehir eleştirisi siyasal bir tavrı da  benimsemektir.

-Kentsel dönüşüm bir moda oldu. 15 yıllık geçmişi olan bir mahallede bile belediyeler bizim de kentsel dönüşüm projemiz, markamız olsun derdiyle kentsel dönüşüm yapmayı istiyorlar. Ayrıca daha çok muhazakâr iktidarlar döneminde gerçekleştirilen kentsel dönüşüm şehre kimlik veren yapılara darbe vurarak şekillendi. “Bizde 50’şer yıllık planlar yok.” der Karakoç. Bu alanda da maalesef geçerli bir durum bu. Ayrıca bir şehrin oturmuşluğu, değişikliği hakkında kim karar veriyor? Burda da planlama ve yetki karmaşası mevcut. Maruz kalarak ilerleyen süreçler yaşadık, yaşıyoruz. İnşaat anarşisi neyden kaynaklanıyor? Çevre bağlantıları göz ardı edilmekte ki iç bozulmalar sonucunda bugün silüetin bozulmasını konuşuyoruz, doğal olarak. İstanbul’da sağlıklı bir kentsel dönüşüme ihtiyaç var.

-Sıhhileştirme adı altında haksız bir süreç dayatılmakta. Insanların yıllardır yaşadığı mahalleler sıhhileştirme projeleriyle daha pahalı hale getirilerek “seçkin” insanların yerleşimine açılmakta. Orada birbirleriyle yıllardır yaşamış insanlar hem insani hem fiziki anlamda haksızlığa uğramakta. Ranta, inşaat iştahına dayalı kentsel dönüşüm doğru olmayan bir çerçevede yapılıyor.

-Cumhuriyetten sonra hem fiziki hem zihni bir sıhhileştirme gerçekleştirildi. Hatırlamayı unuttturma politikaları uygulandı. Istanbul değişmezliğe sokulmaya, birtakım insanlara mahsus bir yer olarak sunulmaya çalışıldı. Şehir değişerek, dışarıdan katkı alarak nefes alan yerlerdir. Gerçek şehirli donukluğu savunan bir tepki vermez. Bugün karşılaştığımız durumda ise kendini şehrin yerlisi olarak sunan insanlar için sonradan gelmek aşağılanması gereken bir şey olarak görülmekte. Bugün en hümanistlerin bile Suriyelilere karşı olumsuz tavırlarını gözlemleyebiliyoruz.

-Kriz dönemlerinde ütopik şeyler söylenebilir ancak mevcut durum üzerinden kalkarak konuşmalıyız. Estetize etmeden, gerçekliği ıskalamadan düşünceler, cevaplar geliştirmeliyiz. Yoğun şekilde göçlerin ve küreselleşmenin varolduğu vasatta insanları hayra çağırabileceğimiz, hakkı tavsiye edebileceğimiz şehrin nasılı üzerine kafa yormalıyız.

-Pakdil’in Put Yapımevleri‘nde yaptığı gibi betonlaşma ile radikal bir hesaplaşmayı ötelememeliyiz.

-Huzur Sokağı’nda din kardeşliğinin ortadan kalkakacağı endişesiyle güçlü bir duruş ve evine, sokağına sahip çıkış varken bugün diziye aktarıldığı dönemde kapalı sitelerde bir huzur arayışı var.

-Modernist plan despotluğunun inşa ettiği şehirlerden, içerisinde her canlının asli bir hayat bulacağı şehirler kurma çabasını var etmeliyiz.

Haber: Emer Karaca

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.