EtkinlikÖYB

Demokrasiden Medine Sözleşmesi’ne Yeni Bir Yönetim Modeli Arayışı 

Özgür Yazarlar Birliği’nin pandemi arasından sonra düzenlediği ilk etkinliğin konuşmacısı “Demokrasiden Medine Sözleşmesine Yeni Bir Yönetim Modeli Arayışı” başlığı ile Ali Bulaç’tı.

Ali Bulaç’ın konuşmasından notlar şu şekilde:
*Müslüman Dünyanın Krizi:
-Bütün Müslüman dünyası derece farkıyla da olsa bir kriz içinde. Bu İslam’ın değil Müslümanların krizi. Entelektüel, ahlaki ve sosyo-politik krizler…
-Fikri ve entelektüel krizi hikmet ile aşmak mümkün.
-Takvayı yeniden tanımlamakla ahlaki krizi aşmak mümkündür.
-Aslında sadece İslam dünyası değil tüm insanlar küresel bir kriz içinde: nüfus artışı, gıda, enerji kullanımı krizi… Ülkelerin anlaşmazlığı gibi bir sonuçla tüm dünyayı yok edecek bir nükleer tehdit söz konusu.
-Çin doktrinine göre tüm halkın refah içinde yaşaması mümkün değil. Belli bir kısmı refah içinde yaşar, geri kalan köledir.
-Taoizm’in temelinde sükûn vardır. Hâlbuki ekonomiye dayalı (iktisadi düzen) bir düzen durmaksızın bir hareketi ister. Budizm’de de ıstıraba dayalı bir düzen vardır. Bu da reddedilir.
-Tüketim, gösteriş ve teşhir kültürü baskın durumda. Yalancı mesih ve mehdiler ortaya çıkıyor. Dünyada 64 bin mesih ve peygamber var tımarhanelerde.
-Nüfusu durdurmaya çalışıyorlar: LGBT, ev hayvanları…
-Dünya nüfusu: %3 düşünen/tasarlayan, %13 yönetiyor, gerisi yalnızca yaşıyor (Ne Sosyalizm, ne Komünizm çözüm…)
-İslam dünyası 1 milyar 600/800 milyon. 56 ülke.
Siyasi rejimler:
*Dini monarşi
*Diktatörlükler
*Otokrat rejimler
Özgürlükler kısıtlı, kuvvetler birliği, bağımlı-güdümlü, yönetici ölünceye kadar başta…
-İslam dünyasının sosyal hayatı kutuplaşma hâlinde… Nepotizm yaygın. Ahlaki yozlaşma her şeyi içten içe çürütüyor. Kitleleri mahveden bir siyasi rejim… Çalışmaya bağlı olmayan zenginlik (petrol ülkeleri)… Hiçbiri tek başına ayakta kalabilecek durumda değil/dışarıya muhtaç. Ulusal mücadeleler had safhada(İran-Irak/Yemen)… Ülkeler küresel gücün himayesi altında, ancak böyle ayakta kalabiliyor.
-Eğer bir ülke İslami yönergelerle yönetilse kim daha İslami?
*Yeni Zelanda, İsveç, Hollanda, Kanada, Almanya, İngiltere… Arabistan, Türkiye son sıralarda.
-İslam dünyasında çatışmalar had safhada. Mezhepsel, etnik, yöneten-yönetilen, yoksul-zengin, laik-anti laik, kadın-erkek, mülteci-ulusal çatışmalar. Bunların elbette sebepleri var. Hakikatin tevellüdü (her grup hakikati kendi safhasına çekiyor, kendisinde biliyor: Vatan sevgisi) mutlakiyetçilik doğuruyor. Bunun sonucunda birbirimizle bile konuşamıyoruz, müzakere edemiyoruz. Dolayısıyla kendi aramızda sözleşme de yapamıyoruz. (Irak Saddam örneği. Kürt-Arap, Şii-Sünni) Ancak bizi bir tiran/bir mutlak ayakta tutabilir, o durumdayız.
-Gündelik dilimizde fark etmediğimiz kavramlar var. -> İmam-ı Azam Ebu Hanife, Şeyhul Ekber, Bediüzzaman Said Nursi vs.
Küçümsemek için değil fakat bizim onlara yüklediğimiz sıfatlarla onları mutlaklaştırıyoruz. Dolayısıyla kendimizi de.
-1789 Fransız “İhtilali” / Bolşevik “İhtilali” / İran’da “Devrim” -> halk devrimi
Fakat orada da mutlak bekleniyor. Verili şeyler aşılamıyor. “Milyonlarca insan orada “Kahrolsun Amerika!” diye bağırıyor. Fakat korkma. Çünkü Peugeot, Sony hâlâ yerinde.” Bu devrimde Şii (mezhep-milli) bir tarafa da çekilmek zorunda kalındı.
-(Müslüman buysa, ben yokum.) Deist-agnostik bir temayül oluştu. Hâkim sahne yüzünden. Bu çatışma derinleştikçe İslam’ın ortak düşmanıyla anlaşma yapılıyor. İran meselesinde Arabistan’ın İsrail tarafında yer alması gibi.
-Temel prensip iyilik ve takva olması gerekirken kötülük ve düşmanlık üzerine yaşıyor Müslümanlar.
-Müslümanlar yenilebilir, mağlup olabilir. Hz. Nuh “Mağlup oldum Allah’ım!” der. Bu yenilgi devanın çürük olduğu anlamına gelmez.
-Moğol ve Haçlılar karşısında iki büyük yenilgi yaşanıyor. Yeniden ayağa kalkıldı.
-Üçüncü büyük yenilgi 19. yüzyıl. Fakat bu sefer “Bu yenilginin sebebi dinimdir.” dediler, “Allah’ın izniyle ayağa kalkacağız!” denmedi.
-Sovyet sonrası pek çok ülke belli bir seviyeye gelirken sekiz İslam ülkesi hâlâ mafyatik davranıyor.

-Bu krizin sebebi, 56 ülkenin ortak suçu Müslümanlıktan mı kaynaklanıyor? Yoksa din anlayışından mı? Tarihi mirasımızdan mı kaynaklı? Muazzam bir batı uygarlığıyla karşı karşıya olduğumuz ve meydan okuyamadığımızdan mı kaynaklı? Ya da hepsinden biraz biraz. Fakat kesin olan şu ki bu durum devam ettirilemez!
-> Bu konuda neler yapılabilir?
*Kaynak birden fazla olsa bile çözüm tek, siyasettir.
Pozitif-> Kanuni
Negatif-> Terör, silahlanma
-Bizim için söz konusu olan pozitif siyasettir.
-Bazıları çıkış yolunu demokrasi olarak belirtiyor.
-Sünni ve Şii kaynaklar yardımcı olmuyor. Çünkü ikisi de ehlibeyt-Kureyş etnik meseleye indirgiyor. (halife-sultan-padişah-şah)
-Önemli bir bölümü demokrasi ile uzlaştırmalıyız diyor. Laik çevreler dini tamamen ortadan kaldıran bir anlayış sunuyor. Dindar muhafazakârlar ise ancak rejimi yozlaştırıyor. Ne İslami ne demokratik.
-Müslüman dünyası homojen değil. Müslüman müşrikler(uzlaşanlar)/mümin müslümanlar ayrımı yapıyor peygamber. (Hucurat Suresi/Bedeviler dediler ki biz iman ettik. Siz iman ettik demeyin…)

TESEV araştırmasına göre Türkiye’de ancak %20’lik kesim şeriat istiyor. (hırsızın eli kesilsin deyince %4’e iniyor.)
-Bir de gayrimüslimler var. Onlar ise zımni olmayı reddediyor.
-İmam arıyoruz.
-Pragmatik-dogmatik sünni sistem.-> fiili durum: kim başta olursa imam odur (kılıçla olunur).
-Sünnilere göre ortalama olsun yeter.(namaz vs)
-Yöneticinin referansı kimdir? zümre, sınıf, çoğunluk, toplum, üst hukuk…
-Demokrasiyi eleştirenler “demokrasi kötüdür ama en az kötü olanıdır” diyorlar. Eleştiri en temel haktır fakat totaliter rejimlere pas vermemek gerekiyor. Demokrasinin kavramlarını alıp ileriye taşımak gerek. Aksi halde havada kalır ve amacından çıkar.
-Niçin yönetim? İnsan medenidir, bir arada yaşar dolayısıyla yönetim gereklidir. Resulullah seyahatte 3 kişinin 1’i yönetici olsun, diyor.
-Toplumun ve insanların önündeki engelleri kaldıran şey olarak demokrasiyi kabul etmek gerekir. Her halükarda bir din ya da yaşama biçimi değildir.
-Kim yönetecek, nasıl yönetecek?
1. Parlamento
2. Siyasi partiler
3. Anayasa (İngiltere-örfi hukuk)
4. Sivil toplum kuruluşları
5. Kolluk kuvvetleri

Bunlar demokrasiyi oluşturur.
-Ancak demokrasi bir araç olduğu halde (özellikle sol ve laik kesim tarafından) bir din/yaşama biçimi olarak algılanıp amaç haline getiriliyor.
-Müslümanların siyasette yapamadığını batı yaptı.
1. İktidar şiddet kullanılmadan değiştirildi. (Halife öldürüldü/öldü/isyan çıkarıldı)
2. Kuvvetler ayrılığı ilkesi getirildi. (Yargı-yürütme-yasama ayrı. Bir arada olursa otokrasi olur/bu da yetmez ittifak kurulabilir.)
(28 Şubat’ta iş birliği yapıldı mesela)

Buna engel olarak da kamuoyunu bilgilendirecek BASIN, “dördüncü kuvvet” olarak kabul edildi. Basın ifade özgürlüğünün teminat altına alınmasıdır.
-Bütün bunların bizimle ilgisi ne?
Tunus ve Osmanlı’da anayasa meseleleri…
“Demokrasi denen halk yönetiminin İslam’la alakası olamaz.” deniyor. (Abdülhamid’e sunulan rapor)
-Demokrasi konusunda da muhtelif tartışmalar hep olmuş. Bazıları cevap veriyor fakat katılımın mümkün olmayacağını söylüyor mesela. Bazıları direkt karşı çıkıyor.
-Şii ve Sünni doktrinler tarihsel birer gerçek olabilir yalınca.
-Malik b. Nebi “Demokrasi köle ile despot arasında dengedir. İslam ne köle ruhunu ne tiranı tasvip ediyor. Demokrasinin İslam’da var olup olmadığını Müslümanlara bakıp anlayamayız.
Kur’an’a ve tatbikata bakmak lazım”
-Kimileri demokrasi yerine hilafeti koyuyorlar. Kimileri (Selefiler) demokrasiyi seküler-din dışı bulur. Merkeze halkı koyar. Çoğunluk yönetimi gibi gözükse de kararları azınlık verir. Hele katılım az olduğunda bu daha da açık olur. Baskı ve çıkar grupları partileri finanse ediyor. Anayasa kime-neye göre hazırlanıyor? İçsel inanç ve özgürlük şahsi özgürlüktür demokraside, bu da İslam’da yoktur, diyorlar. İstişare caiz fakat vacip değil diyorlar. Yönetici kayd-ı hayat şartıyla seçilir, ölene kadar. Yönetici namaz kılsın, zulüm etse bile sıkıntı yoktur.
-İslam adına demokrasiyi eleştirenleri 3 noktada toplayabiliriz.
1. Din dışı-seküler
2. Kanun yapma hakkı Allah’ındır
3. Çoğunluğu esas alır
-Yerine önerdikleri şey şûra. Fakat bunun mekanizması nedir?
Ebubekir seçildi, Ömer işaret edili-seçildi, Osman ve Ali seçildi fakat bize mekanizma
bırakılmadı.
-Kanuni’nin Fermanı: Padişah Allah’a karşı sorumludur. Hukuk (hangi durumda nasıl) ihlal edilirse alaşağı edilmeli ama bunu kim yapacak?
-İslam fıkhının bir kanun hukuku (ceza, vergi, devletler -> saltanat) yok. Muaviye’den bu yana saltanat rejimleri olduğu için. Bugüne söyleyeceği imam nasıl seçilir, dışında herhangi bir şey yok.
-Kur’an’dan hareket edersek bir kamu hukuku oluşturabilir miyiz?
-Din dışı-seküler eleştirisi:

Avrupa’da tek bir demokrasi yok.
“özgürlük”  “kardeşlik”  “eşitlik”  “laiklik”  (kıta Avrupası)
-Bir demokrasinin iyi olabilmesi için yalnızca siyasi değil içtimai bir şeyin olması gerekir. (Amerika örneği)

Fransa din dışı-laik
Almanya seküler
İngiltere kral-kraliçe

ABD serbest

Hollanda teokratik

Çin modeli (kalkınmayı özgürlüklerin önüne geçiriyor, grev-eylem hakkı bu modelle elden alınır.)
-Eğer biz Müslüman olarak yeni bir şey söyleyeceksek iktidar kavramından başlamalıyız.
-Demokrasilerin çok büyük bir zaafı var. Göbeğinde bir anlam/amaç/emel yok. Anlamdan ve amaçtan yoksun bir siyaset oluşur. Din de ayrıldığı zaman siyaset vahşileşir. O halde başarmak için her şey mübah haline gelir. Çünkü önemli olan başarıdır.
NİÇİN SİYASET?
Demokrasinin Problemleri
-Demokrasilerde en büyük problemi siyasi çoğulculuğa açık olduğu halde sosyokültürel çoğulculuğa açık değildir. Halkı kolayca manipüle etmek mümkün. Farabi hiçbir zaman demokrasiyi değil erdemli yönetimi istiyor.
1. tiran
2. demokrat
3. erdemli
-Siyasi partiler var fakat onlar sentetiktir, doğal değildir. Çok partili sistemin sıkıntısı %51 alan bir parti iktidarı ele alınca diğer partiler aslında bu yönetimin (yasa yapma, iktisadi ve beşeri paylaşım) dışında kalıyor. Az oylu partiler iktidar şartı olduğu için istediklerini/haklarını asla alamayacaklar.
-Bireyin esas alınması. Felsefi değil siyasi olarak insanın birey olarak adlandırılması… (Felsefi olarak da büyük sıkıntı. Birey tanrıyı, halkı tanımaz özerktir.) İnsan gözünü topluluğun içinde açıyor. Bir yanda birey, bir yanda devlet var. Demokrasi bunları karşı karşıya getiriyor. Bireyin tek başına devlete karşı çıkma imkânı yok. Birey ile devleti birleştiren grup hakkı (cemaat, stk, topluluk) olmalıdır.
-Parti “parça” demek. Rekabette bir grubu yukarıya taşır. Ayrıştırır, çatıştırır bunlar onun için en iyi şeylerdir. Hâlbuki İslam’da toplum mümkün mertebe bölünmez. Musa, Harun’un perçeminden tuttuğunda Harun’un savunması da “Kavmin bölünmesinden korktum!”dur.
-Siyasi partiler muhalefet ediyorlar. Fakat iktidara gelince unutuluyor. Eski iktidarların yaptıklarının aynısını yapıyorlar. Monolitik yapıyı çoğulculaştırmak lazım. Modern ulus devletin kendinden gelen bir problem bu.
-Siyasi partiler kendi fikirlerini mutlaklaştırıyor.
-Vekili tayin ediyoruz.
-Toplum, topluluklardan ibarettir. (aşiret–>kabile–>kavim–>coğrafya ortak paydadır.)
-Ümmet (müslüman birlikteliği & grup)
-Medine’nin sınırları bellidir. Sonrasında nüfus sayımı. Toplamı ümmettir.
-Sentetik partiler olmaya devam etsin fakat organik topluluklar kendi adaylarını koymalılar. Adayları bu mevcut sistemde halk tanımıyor.
-Demokrasi: Allah’ın insana bahşettiği beşeri potansiyeli ortaya koyabilmesi için özgür bir ortamda yetilerini sunduğu sosyopolitik bir yöntemdir.
-Neden yaratıldık? (Amel bakımından daha iyi olanı ortaya çıkarmak için…)
-Dinde zorlama yoktur.
-Artık dileyen inansın dileyen inkâr etsin.

-Allah dileseydi hepsi inanırdı.
-Allah dileseydi bir ümmet olarak yaratılırdık. Renk rengiz.
-Selefiler: Kanun yapma hakkı Allah’ındır.

-Temel prensipleri va’z etmek Allah’a, pratikteki yasa Allah’a aykırı olmayacak şekilde insana aittir. (Hükmün kaynağı Allah, kanun yapma insana aittir.)
-Halk istediği yasayı yapar demokraside. Yanlıştır. Evrensel insan hakları beyannamesi anayasanın üstündedir. Dolayısıyla sonsuz bir şeye sahip değildir. Müslüman da Kur’an’a aykırı yasa/anayasa yapamaz.
-Peki, Allah’ın iradesi nerede tecelli eder?
Devlet elle tutulmaz, gözle görülmez.
İnsanın takvasında tecelli eder.
(Vahiy + müçtehitlerin yaptığı içtihatlar)
-Demokrasi (batılı felsefe içinde gelişimi durdu, yeni bir kültürde zenginleşmesine ihtiyaç var) gelişen, değişen, zenginleşen, siyasi rejimdir.
-Sözleşme insanlar arasındaki ilişkileri inşa eden tek şeydir. Ticaret, seçim, biat hepsi sözleşmedir.
-Önce toplumsal sözleşme sonra anayasa.
Toplumsal sözleşme:
1. Muarefe (tanıma ama tanımlama değil) toplumsal gruplar müzakere eder, hukukçular teknik bilgiye döker. (Anlamaktır, tanımlamak değil. Tanımlamak müdahale etmektir.)
2. Müzakere (pazarlık/hatırlatma/alışveriş)
3. Muahede-sözleşme (Peygamber herkesin tek tek kimliğini tanıyor. Anlaştıkları maddelerde sıkıntı yokken anlaşamadıklarında birbirlerine kılıç çekmiyorlar. Bekleyerek konuşuyorlar. Peygamber kimseyi zımmî sınıfa almadı hepsi siyasi ortaktı.)
-Az kişiyle yapılmış bir sözleşmeyi bu nüfusa taşımak mümkün değil fakat temel kaideleri alabiliriz.
-Azınlık–>toplumun çoğunluğuna göre az sayıda olduğu için mazlûmiyet maruz kalır. Bu İslam’da yoktur.
-İslam imamın vazifeleri dışındakileri sivile bırakır. Despotça her şeye müdahale etmez.
-Mezarlık ve mescit dışında her kamusal alan herkese ortak açıktır. Mardin örneği.
-Ortak iyi ve ortak çıkar, sözleşmenin zemini temsil eder.
-Her grubun ismi zikredilir. Bir kazanda eritilir gibi kimse homojenleştirilmez.
-İslamcılığın 5 şartı:
1. Herkese özgürlük
2. Ahlak
3. Hukuk ve adalet
4. İhtiram (sosyolojik, dini, etnik)(saygı)
5. Toplum sözleşmesi
-Halk kimdir? Demokraside hem yönetilen hem yönetendir. Peki, halkın manipüle edilmesi dolayısıyla bu ikisi mümkün müdür?
-II. Akabe biatinde Resulullah “Aranızdan nakip seçin, onlarla muhatap olayım.” diyor. Bu seçilen temsilciler organiktir. Sıkıntı olursa topluluk tarafından değiştirilir.
-Peygambere sözleşme konusunda yapılan eleştiri şuydu: “Peygamber ‘zayıfken’ iktidar olana kadar anlaşma yaptı, güçlü hale gelince de diğerlerini kovdu!” Oysa peygamber bunu geçici olarak düşünmedi, bir ideal sistem olarak tasarlamıştı.
-Medine’de müslümanlar rahat rahat namaz bile kılamıyordu. Peygamber alkışlarla karşılanmadı. Evs-Hazreç Arapları çatışıyor, Yahudiler kendi aralarında çatışıyor. 120 senedir süren kaos hali var Medine’de. Tıpkı bugünkü gibi. Hatta bir yönetici arıyorlardı. Peygamber bu çatışmayı ve anlaşmazlığı ortak iyi ve ortak çıkar ile çözmeye çalıştı. Maruf ve münker… “Sizin için de, benim için de iyi ve güzel.”

Medine’nin sınırları belirleniyor önce. Ahali belirleniyor, dâhil olmak istemeyenler gidiyor. Sonra egemenlik. Peygamber hâkim değil hakem. Yahudiler de Araplar da hakemliğini kabul ediyor. Dışarıdan geliyor yani kavgada taraf değil. Çözüm üretiyor. Her ne söylüyorsa doğru söylüyor. O kaotik durum Allah’ın peygamberine lütfuydu.
-Avrupa kendine demokrat.
-Batı demokrasisinin kaynağı Magna Carta’dır. İmzalayan kral birkaç yıl sonra iptal ettirdi. Oysa Medine Sözleşmesi peygamber ölene kadar ayakta kaldı. Batı, Magna Carta’dan muazzam bir demokrasi çıkardı da biz Medine Sözleşmesinden mi yeni bir siyasi model öneremeyeceğiz?

Notlar: Nazlı Nesibe Kılıçoğlu

*Programın kaydı şuradan seyredilebilir:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.